SUSAM VE SİMİİİİİTTTT

Anadolu bizlere yüzlerce çeşit yemeği miras bırakmış. Bu yemeklerin her birini anlatmak oldukça zor. Bugün yedi farklı bölgeye ayrılmış olan topraklarda, her bölgenin kendine has özellikleri ve yemekleri bulunuyor.

Birçok yemeğin muhakkak kendine özgü hikayeleri de var. Anadolu’da birbirinden ilginç hikayelere sahip sayısız yemek olduğunu söyleyebiliriz. Tarhana çorbası ve hünkar beğendi ve aklımıza gelmeyen bir çok yemeğin olduğu gibi…

Binlerce yıllık bir tarih ve sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu toprakları, her konuda olduğu gibi yemek üzerine de büyük bir birikime sahip. İlk çağlara avcılıkla başlayan Anadolu’nun yemek hikayesi, günümüzde hem kendi geleneklerini korumaya hem de yeniliklere ayak uydurmaya devam ediyor.

Anadolu bizlere yüzlerce çeşit yemeği miras bırakmış. Bu yemeklerin her birini anlatmak takdir edersiniz ki, oldukça zor. Bugün yedi farklı bölgeye ayrılmış olan topraklarda, her bölgenin kendine has özellikleri ve yemekleri bulunurken, kimi yemekler ise tüm Anadolu’da sevilerek tüketiliyor.

Haramilerin reisi Ali Baba’nın saklandığı ağaçlığın yanındaki dev kayalığın önüne gelince haramilerini durdurdu. Kayalığa yaklaşıp ‘Açıl susam açıl!’ dedi ve kayalık Ali Baba’nın gözleri önünde büyük bir gürültüyle açıldı […]”

“Açıl susam açıl!” Bu sihirli sözcükler daha sonrasında Ali Baba’yı bir hazineye götürdü. Belki de buradan bakılınca “susam” kelimesinin hikâyede sihirli sözcük olarak kullanılmasına ve hazineye götüren yardımcı olarak kullanılmasına şaşırmamak gerek. Zira susam da tıpkı kapısını açtığı mağaradaki hazine kadar zengin. Kalsiyum açısından son derece zengin olan bu bitki aynı zamanda magnezyumpotasyum mineralleri ve B vitamini açısından da oldukça zengindir.

Susamın hazinesi elbette bunlarla sınırlı değil. Folik asit açısından oldukça zengin olan bu bitki lifli yapısıyla da hazinesinin değerine değer katıyor. 100 gramı yaklaşık 573 kcal’ye denk gelen susamın bazı bünyeler için alerjik olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz.

İnsanoğlunun kullandığı en eski tohumlardan biri olarak bilinen susamla ilgili ilk kayıt MÖ 3000’lere kadar gidiyor. İnsanlığın 5000 yılın üzerinde bir süredir kullandığı susamın ilk kullanılmaya başladığı yer konusunda henüz bir mutabakat olmasa da kaynaklar Afrika ve Asya üzerine yoğunlaşıyor. Hatta Asur mitolojisine göre susamın tarihi daha bile gerilere gidiyor. Hatta bir efsaneye göre Tanrı yeryüzünü yaratmadan önceki gece susam tohumu şarabı damıtıyordu.

Uzak Doğu’da, susamın Çin’e kadar ne zaman uzandığı konusu kesin değil. Bazı kaynaklar Çinlilerin susam yağını fenerlerinde 5.000 yıl öncesinde kullanmaya başladığını söylerken diğer kaynaklar da susamın Çin’e ilk olarak yaklaşık 2.000 yıl önce girdiğini söylüyor. Her iki iddia da bulundukları yerden doğru olabilir. Susam; ilk olarak yağının kullanıldığı, daha sonraları besin değerlerinin zenginliğinin keşfedilip yiyecek olarak mutfaklara giren bir bitki olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla susam yağının susamdan önce insanoğlunun yaşamına girmiş olması daha mantıklı duruyor. Her ne kadar Uzak Doğu’daki tarihi biraz karmaşık olsa da, susam günümüzde Uzak Doğu mutfağının olmazsa olmazı haline gelmiştir.

Latincesi sesamum indicum olan bitki, çan şeklinde beyaz, pembe ve sarı çiçekleriyle de bilinir. Susamın ünü elbette yeni değil. Mezapotamya’da 4.000 yılı aşkın süredir yetiştirilip toplanan susamın Tutankhamun’un mezarından çıktığına dair belgeler bulunmakta. Antik Mısır’da susam, un yapımında kullanılmış ve bugün hala tahin yapımında kullanılıyor. Görünüşe bakılırsa Eski Babil’in kadınları daha uzun süre genç ve güzel kalabilmek için helva yemenin iyi geldiğini düşünüyorlarmış.

Kesin belgelere dayandırılamasa da susamın aslen Hindistan kökenli olduğu da düşünülüyor. Birçok Hindu efsanesinde yer almış olmasından dolayı susamın kaynağının Hindistan olabileceği üzerinde duruluyor. Bu efsanelere göre, susam tohumu bir ölümsüzlük simgesi olarak görülüyordu.

Bizim de kahvaltılarımızın önemli aktörlerinden biri olan tahin & pekmezdeki tahinin ham maddesi ve tabii ki simitte olmazsa olmaz olan susamın, insanlık tarihindeki yerini içerdiği zengin hazinesiyle fazlasıyla hak ettiğini söylememiz yanlış olmaz. Geleneksel tedaviden aydınlatmaya, sindirim sisteminden dolaşım sistemine, içerdiği omega-6 yağ asitleri, antioksidanları sayesinde büyük bir zenginliği küçücük bir tohuma sığdırıyor Ve Ali Baba’nın da zenginliğe giden kapısını açan susam kendi zenginliğini tüm cömertliğiyle bize sunuyor.

Ve susam deyince aklımıza ilk glen ‘’SİMİT’’ oluyor, sabah kahvaltılarımızı şenlendiren , kimi zaman ekmekten sonra ikiye bölüp dostluğumuzu pekiştiren yegane yiyeceğimiz ?

Simitin tarihi tahmini 600 yıl öncesine dayanmaktadır. Eğer simitin dünyanın başka neresinde olduğunu merak ediyorsanız, başka bir ülkede olmadığını görürsünüz.

Simitin Osmanlıdaki serüveni 14.yüzyıla kadar dayanmaktadır. Bu yüzyıllarda sultan sofralarında, saray mutfağında da yerini almayı başarmıştır. Aslında simit bir bakıma saraylı idi.

Hekim Bereket Türkçe el yazması tıp kitabı olan Tufet-i Mubariz adlı eserinin son kısmında Tabiat Name bölümünde yemek çeşitlerinden ve hamur işlerinden bahsederken simitten de bahsetmektedir.
Yeniçerilerin bir kolu olan “Sekban Sınıfı”na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında “Simitçi Ustası” adı ile çalıştırılan ustalar bulunmakta idi. Görüldüğü üzere yeniçeriler simidi bolca tüketmişlerdir.

Evliya Çelebinin seyahatnamesinden İstanbul’da simitçilerin 70 fırında, toplam 300 nefer olarak çalıştığını, bunlardan kimisinin de bağlı olduğu fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını öğreniyoruz.
Ancak, simitçilerin “Simitçiler, Ekmekçi ve Börekçiler” adıyla dernek kurmaları, 10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşiyor.

XIV. Yüzyılda Osmanlıda simit çeşitli vesilelerle karşımıza çıkıyor. Örneğin Avrupalı ressamlar eserlerinde simit ve simitçilere sıkça yer vermişlerdir. Bunlardan en ünlüsü İtalyan ressam Giovanni Birindesi’dir.
Abdül Mecit devri İstanbul’unu anlatan gravürlerinin pek çoğunda simitçiler bulunmaktadır. Diğer bir ressam ise yağlıboya “Simit Satıcısı” tablosunu da resmeden Warwick Goble’dır.

Simit’in hayatımızdaki yeri sadece II. Dünya Savaşı yıllarında bir süreliğine boş kalmıştır.

II. Dünya Savaşı yıllarında unun az olması nedeni ile bir süre simit yapımı yasaklanmıştır. Çok fazla uzun sürmeyen bu yasaktan sonra un üretiminin normal düzeye çıkması ile yapımı tekrar serbest bırakılmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası satışında farklı yöntemler denenmiş, poşet içerisinde ve farklı şekillerde satılmaya çalışılsa da lezzetinin bozulduğunun görülmesi üzerine tezgâhta simit satışına tekrar dönülmüştür.

Türkiye dışında hiçbir ülkede üretilmeyen simitin tarifine bakalım ;

Ev Yapımı Simit için Gerekli Malzemeler

3,5 – 4 su bardağı un

1 su bardağı ılık süt

1 su bardağı ılık su

1 yumurta

1 yemek kaşığı şeker

1 tatlı kaşığı tuz

1 paket instant maya

 Üzerine;

1/2 çay bardağı pekmez

1/2 çay bardağı su

Susam

 Evde Simit Yapılışı

 Evde gevrek simit yapımı için aşağıda sıralanmış adımları uygulayın:

 1- Derin bir kap içine süt, su, şeker ve mayayı alarak iyice karıştırın.

 2- Karışımın üzerine yumurtayı ekleyin ve güzelce karıştırın.

 3- Her şey iyice karıştıktan sonra karışıma azar azar un eklemeye başlayın ve karıştırmaya devam edin.

 4- Karışıma tuzunu da ekledikten sonra ele yapışmayan bir hamur elde edene kadar yoğurun.

 5- Hamurun üzerini streç bir filmle veya ıslak bir bez ile kapatarak 1 saat oda sıcaklığında dinlendirin. Hamur 1 saat boyunca güzelce mayalanacaktır.

 6- Mayalanan hamurdan ufak bezeler koparın. Kopardığınız bezeleri tezgah üzerine biraz un dökerek ince uzun rulolar haline getirin.

 7- İki ruloyu birbiri üzerine atarak örgü halinde yuvarlak simit şekli verin ve uçlarını birleştirin. Simitlerinizi tek bir rulo kullanarak da yuvarlayabilirsiniz.

 8- Fırınınızı açarak derecesini 180 dereceye ayarlayın.

 9- Su ve pekmezi bir kapta çırpın.

 10- Susamları tavada kısa bir süre kavurun.

 11- Hazırladığınız simit hamurlarını önce pekmezli suya bulayın, sonra da üzerine susam dökün.

 12- Fırın tepsisine yağlı kağıt sererek simitlerinizi yerleştirin.

 13- Fırına verdiğiniz simitleri 180 derece fırında üzeri kırmızılaşıncaya kadar yaklaşık 30 dakika pişirin.

 Sıcacık ve gevrek simitleriniz hazır. Afiyet olsun.

 Evde Çıtır Çıtır Simit Yaparken Dikkat Edilmesi Gerekenler

 Simit yaparken kullanacağınız suyun ve simidin ılık olması mayalanma işleminin daha başarılı olmasını ve daha kısa sürmesini sağlar.

 Simidin üzerine atacağınız susamları kavurursanız simitleriniz daha lezzetli olur.

 Yaptığınız simitler fazla geldiyse ve tüketilmediyse buzdolabı poşetine koyarak buzlukta bekletebilir ve tüketeceğiniz zaman ısıtabilirsiniz.

About GÖKHAN BEŞİKCİOĞLU

SİTE SAHİBİ

Check Also

Erdal Beşikçioğlu Bir Delinin Hatıra Defteri Oyunuyla Samsun’da Sizlerle

Erdal Beşikçioğlu 18 Haziran Samsun Turnesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir